Ana içeriğe atla

DÖNÜŞTÜRÜCÜ GÜÇ: MEDYA

 DÖNÜŞTÜRÜCÜ GÜÇ: MEDYA 

 

Küresel iletişimin geçmişi, 18. ve 19. yüzyıllardan bu yana gelişen iletişim teknolojilerine dayanmaktadır. Özellikle telgrafın icadıyla başlayan bu süreç içerisinde, posta, telefon, radyo ve gazeteler gibi iletişim araçlarının geliştirilmesi ve dünya çapında kullanımının yaygınlaştırılması ile küresel iletişimin temelleri atılmıştır. 

Eletromanyetik dalgalar üzerinden mesajların iletilmesi gibi uydu teknolojileri iletişimin küreselleşmesini hızlandıran önemli bir etkendir. Özellikle bilgisayar teknolojileri sayesinde enformasyonun sayısal olarak işlenmesi, günümüzde multimedya olarak adlandırılan çoklu ortam özelliği ile internette ve sosyal medyada video, fotoğraf, yazı ve ses içeriklerine aynı anda ve aynı platformda ulaşabilmekteyiz. Bununla birlikte medya çeşitli konularda bilgi ve enformasyon aracı olmasının yanı sıra, ticari yapısı ile de piyasanın temel aktörlerinden biri olmuştur. Ses, görüntü ve metinlerin bir arada bulunabilmesi, radyo, televizyon ve gazete gibi medya kurumlarının yöndeşmesine sebep olmuştur. Bu gelişmelerle birlikte düşen iletişim maliyetleri, enformasyon ve bilgi akışını hızlandırmış ve dünya çapında medya alanındaki ticari yatırımların sayısı artmıştır. 

1980 yılından sonra yaşanan hukuki, ekonomik ve teknolojik değişimler, medya ve iletişim alanında da kendini göstermiştir. Buna göre hükümetin medya içerikleri üzerindeki kontrolünün kalkması, devletin elindeki telekomünikasyon kuruluşlarının özelleştirilmesi ve serbest piyasaya yönelimle birlikte medya, çeşitli konularda bilgi ve enformasyon aracı olmasının yanı sıra, ticari yapısı ile de piyasanın temel aktörlerinden biri olmuştur. Devletlerin medya üzerindeki kontrolünün kalkmasıyla, 1990’lı yıllarda medya sektöründe güçlü şirketler oluşmaya başlamış ve bu süreç de 2000 yılının başlarında şirket birleşmelerine ve iletişim alanında yapılan yatırımların artmasına yol açmıştır. İletişim sektörüne yatırım yapan şirketler, günümüzde medya sektörünün çeşitli alanlarını da bünyesine katarak dünyanın her yerinde faaliyet göstermektedir. Güçlü şirketlerin medya sektörünün çeşitli kollarını bünyesine katarak gelişmeleri bu sektörde sadece birkaç şirketin var olmasına neden olmuştur. Time Warner, Disney, BertelsmanViacom, Tele-Comunications INC, Sony, Philips gibi şirketler buna örnek gösterilebilir. Bu şirketler, kendi ürünlerinin üretim, dağıtım ve satışını da kendisi yapar. 

Sadece iletişim teknolojilerinin gelişimi değil radyo, sinema, televizyon ve telekomünikasyon ağları da küresel iletişimin itici gücü durumunda. Ulus-ötesi şirketlerin uluslararası piyasayı domine etmek için iletişim sektörünün her birimini bünyesine katması iletişim sektöründe oligopolleşmeyi beraberinde getirdi. NikeCoca cola, gibi büyük şirketler, ürünlerinin tanıtımını yapmak ve talebi arttırmak için her yıl milyarlarca lira reklam harcaması yapıyorlar. Medya şirketlerinin amacı ise ilgi çekici, takipçisi olan içerikler üretmek ve daha çok takipçiye ulaşmak. Medya şirketlerinin buna bağlı olarak reklam pastasından alacağı pay da bu doğrultuda artıyor. Fakat şunu belirtmek gerekir ki büyük, geniş bir kitle elde etmek için medya içeriklerinin standart bir formda üretilmesi bu alandaki yaratıcılığı da olumsuz olarak etkiliyor. Ayrıca diğer bir çelişki de misyonu ‘kamu yararı’ olması gereken medyanın küreselleşme süreciyle birlikte zamanla bu doğrultudan sapıp ‘tüketimi arttırmak’ misyonuna geçtiği açıkça görülüyor. 

 

1980’lerden sonra iletişim teknolojilerinin gelişmesiyle küreselleşme sürecinin hızlanmasında oldukça etkili olan medya; siyasal, ekonomik, kültürel birçok alanın da aynı doğrultuda küreselleşme sürecinde, gelişim hızını arttırmıştır. Bununla birlikte küreselleşme, medyayı da önemli ölçüde etkilemiş ve bununla birlikte toplumsal yaşamın farklı alanlarında birtakım değişim ve dönüşümler meydana gelmiştir. Küreselleşmenin kültürel alan üzerindeki etkisi medya içerikleri ile sağlanmaya çalışılmıştır. Dünyanın herhangi bir bölgesinde yaşayan insanlar tarafından, edebiyat, müzik, dans, film, gibi sanat ürünlerinin sözlü, yazılı ve görsel formda meta haline getirilerek medya aracılığıyla uluslararası alanda dolaşıma sokulması kültürel küreselleşme olarak adlandırılır. Bu kültürel içeriklerin, küresel medya şirketleri yoluyla dünyanın her yerinde dolaşıma girmesi farklı yerel kültürleri zedeleyerek, tek bir kültürün oluşmasına neden olur. Küresel medya şirketlerinin ürettiği insanların yaşayış ve davranış biçimlerine kadar nüfuz eden bu tek tipleşen kültürel ürünler, yeni yerel bir kültürün gelişmesini engelleyerek ABD ve Batı merkezli bir kitle kültürü oluşturmuştur. Kitle kültürü, tüketici olarak gördüğü insanlara belli bir ideoloji çerçevesinde tek tip, ucuz ve ulaşılabilir ürünler sunar. Bu nitelikleri taşımasının sebebi herkesin ulaşabilmesini sağlamaktır. Örneğin, klasik müziği ya da bir sanat filmini anlamak belli çaba ve o konuda bilgi sahibi olmayı gerektiriyor fakat piyasa müziği ve filmlerinde içerik herkesin anlayacağı ölçüdedir. Bu nedenle kitle kültürü ürünleri, insanların kolayca ve bedava ulaşabilecekleri iletişim araçlarından yayınlanırlar. Kitle kültürünün ideolojik işlevi ABD’ye yönelik “kültür emperyalizmi” eleştirilerini beraberinde getirmiştir. Çünkü ABD’NİN ürettiği her türlü kültürel içerik medya sektöründe yaşanan küreselleşmeyle dünyanın her yerinde yayınlanmaktadır. Bu da insanları ilgilendikleri alanlar doğrultusunda etkilemektedir. Örneğin hollywood, her zaman (işlenen konu ne olursa olsun) başarılı olmanın temel alındığı filmler üretir. Mesela takımını çalıştıran antrenör, çelimsiz sporcu, özgüvensiz genç gibi toplumsal hayattan insanların kendileriyle özdeşleştirebileceği türden nitelikleri olan karakterler vardır. Filmin sonunda karakter amacına ulaşır yani başarır ve biz izleyenlerde onunla birlikte kendimizi başarmış hissederiz. Bu durum insanları belirli şekilde davranma ve yaşama şeklinde kalıp biçimlere sokabilir. Çünkü filmlerde söylenen böyle davranırsan veya yaparsan başarılı olursun mesajı insanları etkiler. Böylece toplumda tek bir tip giyim, davranış, konuşma gibi belirli modeller oluşur.  

Tek tipleşmeyi George Ritzer, “McDonaldlaştırma” olarak tanımlar. McDonaldlaşma, dünyanın her iki ucunda da aynı mekan ve ürünlerin olmasını sağlar. Sadece fastfood sektöründe değil giyim, mobilya, eğlence vb. birçok sektördeki mekanlar ve ürünler, dünyanın her yerinde aynı biçim ve düzen içerisinde insanlara sunulur. Böylelikle insanlarda güvenli ve tanıdık bir alan algısı oluşturur ve bu durumda onları tüketime yönlendirir. Kültürel küreselleşmeye yönelik yaklaşımlardan biri olan ve tekdüzelik eleştirilerini temsil eden “Kültürel homojenleşme”, izleyiciyi ya da tüketiciyi pasif olarak gördüğü için eleştirilmiş ve buna karşılık Philip Smith, yerel kültürler ile medya aracılığıyla iletilen kültürün karşılıklı etkileşimine vurgu yapan ikinci bir yaklaşımı ortaya koymuştur. Medya içeriklerine karşı izleyiciyi aktif, eleştirel ve yorumlayıcı olarak konumlandıran bu yaklaşıma göre dünyanın her yerinden insanlar medya sayesinde kendilerini ifade etmekte ve farklı kültürlerle etkileşimlerde bulunmaktadır. Bazı şirketlerin ekonomik gücü elinde bulundurması onların, bu gücü her zaman ideolojik bir amaçla kullanacağı anlamına gelmez. Fakat yine de medyanın, ulusal ve uluslararası politikalara yön verme gücüne sahip olduğu yadsınamaz bir gerçektir. Bu nedenle medyanın ideolojik işlevinin siyasal yaşam üzerinde etkilerini göz ardı etmemeliyiz. 

 

Bilgi ve iletişim teknolojilerinin gelişmesi mal ve hizmetlerin uluslararası alanda dolaşımını arttırarak ekonominin küreselleşmesini de sağladı. Mal ve hizmetlerin uluslararası dolaşımı devletler arasında siyasal antlaşmalar çerçevesinde, mal, hizmet, para ve bilgi alanlarında karşılıklı bağımlılık ilişkisini meydana getirmiştir.  Bu nedenle medyada olduğu gibi siyasal alanda da küreselleşme süreciyle birlikte 1990’lı yıllardan itibaren çeşitli değişim ve dönüşümler yaşanmıştır. Ekonomi başta olmak üzere çeşitli uluslar- üstü platformların ulus devletler karşısında güçlü durumda bulunması ulus devletlerin zayıflığını konu alan tartışmaları başlatmıştır. Vatandaşlar medya aracılığıyla bilgiye ulaşmakta olduğundan devletlerin kendi egemenlik sınırları içerisindeki kontrolü azalmıştır. Medyanın gelişimiyle paralel olarak aynı dönemde gerçekleşen devletlerin kontrol gücünün azalması durumu özellikle internet teknolojilerinin kullanımının artmasıyla daha fazla kendini göstermeye başlamıştır. Peki devletlerin gücü azalmasına karşılık kimlerin gücü artmaktadır? Bu süreçte hiç şüphesiz küresel medya şirketlerinin gücü artmıştır. Küresel medya şirketleri, demokratik bir yaklaşımın aksine kendi çıkarları doğrultusunda uluslararası alanda belli ideolojiler çerçevesinde içerikler üreterek yayın yapmaktadırlar.  

 

 Küresel medya şirketleri, kamu yararının aksine piyasa yanlısı ve tüketimi ve talebi arttıran eğlence kültürüne yönelik içerikler üretir. Güçlü bir ekonomiye sahip ülkeler, buna bağlı olarak güçlü bir medya sahip olurlar. Böylece bilgi ve enformasyon akışı gelişmiş ülkelerden az gelişmiş ülkelere doğru sağlanır. Bu da medya şirketlerinin başka ülkelerin vatandaşlarını da tutum, düşünce ve davranış yönünden etkileme gücünü elinde bulundurduğunu bize açıkça gösteriyor.  


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Salgın dönemindeki sosyal medya

“Sosyal izolasyon” un yarattığı kopukluğu “sosyal medya” giderebiliyor mu?   Korona virüs, toplumsal hayatın her alanında dönüşümler yaratırken bu dönüşüm, doğal olarak kişiler arası iletişime de yansıdı. Sosyal hayatın hareketliliği durma noktasına geldi ve insanların eve kapanmak zorunda kalması ile çoğu meslek gruplarından insanlar evden çalışmaya başladı.   Öğrenciler eğitimlerini hem televizyon hem de internet aracılığıyla sürdürüyorlar. Hatta diziler bile oyuncuların evden kendi imkanlarıyla çekim yaptıkları formatlara dönüştü. Bu gelişmelerin sonucu olarak insanların birbirleriyle iletişim kurmasında sosyal medya ve görüntülü konuşma imkanı tanıyan bir takım uygulamalar artık daha aktif halde kullanılıyor. Sosyal izolasyonun yarattığı kopukluğu sosyal medya ile giderme telaşı içindeyiz. Peki insanlar, izolasyon sürecinin getirdiği bu kopukluğu sosyal medya ile yeterince giderebiliyorlar mı? İnsanlar paylaşma ihtiyacını salgın sürecinden önce doyasıya giderirken salgından s